21 Haziran 2009 Pazar

BENİM ADIM SAM




"Senin bildiğinden daha fazlasını bilmek istemiyorum babacığım! Ben aynı masalı senden ‘sadece senden’ sonsuza kadar dinlemek istiyorum.
Bırakalım hayat bildiğini okusun insanlar sevgi önüne kanunlar koysun, onlar biberonumu ağzıma verebilen elinin aklından daha fazlasını beklemediğini görmezler, akıllandıkça sevginin arttığını düşünenler aklın şaşırttığı duygular bizi yormaz bilmezler. Gözlerinde konuşanın akıldan öte olduğunu minik yüreğim anlarda onların kocaman akılları neden anlamaz ki? Kalbinin büyüklüğü altında ezilmekten mi korkarlar? Belki bana saymayı öğretemeyeceksin ve renkleri de, yağmurun nasıl yağdığını, mevsimlerin nasıl birbirini kovladığını ve ölümü de anlatamayacaksın, ama en kıymetliyi öğreteceksin; “Kalpsiz aklın beş para etmediğini” ve “Sevginin aklın kılavuzluğuna ihtiyaç duymadığını”
Kucağının sıcaklığı için daha akıllı olmana gerek yok, beni yatağıma yatırman için odanın kapısını bulabilmen, elimi tutman için orada olman yeterli. Hem ne fark eder ki kitabın kimin elinde olduğu,gelecekte ben sana okurum kitapları.Kitap el değiştirmiş kime ne! Başım ebedi adresinde –omzunda- olsun yeter.
Kalp yanınca dumanı akla tütermiş babacığım, kalbimde çok yanıklar olacak gördüğüm kadarıyla, dolayısıyla aklımda da duman! Bazen senin gibi yol almakta zorlanacağım hayatın seyrüseferinde. İşte o zaman kılavuzum sen olacaksın.Aklın yetişmediği yerlerde elimden yine sen tutacaksın ve ben seni daha iyi anlayacağım bu zamanlarda biraz daha sen olacağım. Benimde adım Sam ve babacığım sensizlik ne kadar ağır bir bilsen. "

Günün anlam ve önemine uyan mükemmel bir film “Benim adım Sam”. Baba olmayı içgüdüsel olarak becerememiş akılları da buna yetmemiş herkese ders niteliğinde.Ne kadar doğrudur yani Sam gibi bir insan çocuk büyütebilir mi bilemiyorum.Ama anne ve babalık hissi bazen bazı insanlarda o kadar güçlü olabiliyor ki, Sam gibi birinde de bunun aklının önüne geçebileceğini düşünüyorum.Masal okumanın çocuğunu mutlu ettiğini,ayakkabıya ihtiyacı olduğunu,yemek yemesi gerektiğini, ağlamasının kötü olduğunu,yokluğunda özlem duyduğunu bilebiliyorsa zaten bitmiştir.Daha önce başka bir yerde yazmış olduğum bu filme dair yazımı Can Dostun bloğuna koymak istedim.

Ve

BENİM ADIM “SEN”

Sensizde geçiyor günler….geçiyor, ama üzerimden geçiyor.Biliyor musun? Bugün birileri bir birine sarılacak yada uzaklardan telefonla sıcacık sevgi sözcükleri akacak yüreklere.Ah ne güzel!! Benim ise içime inceden bir sızı düşecek.Ama sanma ki yokluğunla geçen diğer günlerdekinden daha fazla bugün ki sızı.Gittiğinden beri aynı şiddetiyle devam ediyor ve bil ki varlığında sadece bir günken yokluğunda her gün babalar günü oluyor.

“ Hı kızım” demeni bir daha hiç duyamayacağımı bilmek nasıl bir acıdır ve nasıl anlatılır bilemiyorum, hayattaki tek dikili ağacım yıkıldı, altında kaldım, hala kalkamıyorum. Sözcükleri gözyaşlarımla tükettim sanırım, oysa yürek neler konuşuyor bir bilsen.”Var olmanı” dilerdim, varsın sarılamayayım, yoklukta sarılmayı bile düşleyemiyor, sarılmadan sadece varlığa bile razı olmayı öğreniyor insan ve meğerse ‘her uzak ne kadar yakınmış’ anlıyor.

Dünyada beni en çok seven insan yok şimdi, evet en çok seven insan yok! Bunu bilerek yaşamak hep yarım be babacığım. Yarım bıraktın beni, şimdi tamamlayamıyorum kendimi.Ne sığınaklar aradım ve istemsiz küçük ama kocaman bir yüreğe sığındım.Kimsenin anlamasını beklemiyorum aslında ama sadece bilsinler istiyorum; ben “Yanıyorum!” ve diğer yananları anlıyorum.Ah! bir bilsen ama bilemezsin tabi değil mi? hiç söylemedim ki!!! Ne salakmışım meğer kalptekiler zamanında söylenmeli söylenecek kişilere. Kaderin planları salaklığı affetmiyor işte!

Sevilenin yokluğunda zaman kavramı da bir garip oluyormuş meğer, bir göz açıp kapama mesafesi kadar sanki var olduğun günler. Hani “Yıllarca geçse demincek” işte. Ama bazen o kadar şey arasından sadece seni üzdüğüm anlar geliyor aklıma daha çok yanıyorum ve yanayım yok olayım istiyorum, ama sonra gülünce küçücük olan gözlerin geliyor gözümün önüne ve çocuk gibi mutlu oluyorum. Yani anlayacağın taa oralardan dudağıma gülümseme konduruyor gülümsemen.

Ne geldi aklıma şimdi; dönüşsüz ayrılığının ilk günlerinde tek huzur bulduğum yer mezarının başıydı. Deli gibi çırpınan yüreğim oraya gelince huzur buluyordu da kendime kızıyordum yoksa üç günde kabullendin mi yokluğunu diye. Ve yeminle şu etrafımdakiler bir gitseler de uzansam boylu boyunca o toprağının üstüne oracıkta sabahlasam istiyordum. Çok uzakta olmana inat birkaç metre aşağıda olduğunu düşleyip avutuyordum kendimi işte. Sevdiğin olduğunda mezarlık bile sıcacık geliyor garip şekilde.

Son yıllarımız çok kötü geçti çoook. Senden eksilen her şeyde bizden de eksildi çok şeyler, gün be gün sen bu eksikliği daha az hissederken, biz dibine kadar hissettik senden ve bizden gidenlerin acısını, ama bakıyorum da sıcağı sıcağına anlamıyormuşuz meğer şu anki acı yanında o acı mahcup düşüp boynunu büker.

Şimdi sana benziyor diye hiç tanımadığım insanları seviyorum, yabancı olduğum bir şehirde sana benzeyen birisini gördüğümde kendimi evimde hissediyorum ve o yabancıyı gerçekten seviyorum. Bazıları gözlerimde yakalıyor bunu, sanki gözleriyle senin ağzından bir şeyler anlatıyor. Bu büyülü anı yakalamak için daha çok etrafa dikkat eder oldum ve gittiğim şehirlere yabancı “Senler” koydum.

Hani büyümek illetine daha yakalanmadığım, yüreklerdeki tek sevdanın oyun ve sokakların ise evin bir numaralı rakibi olduğu yıllarda, salıncaktan burun üstü düşüp o muhteşem burnuma daha muhteşemlik kattığımda bana kızmak yerine hiç suçu günahı olmayan her şeyden bi haber anneme ve babanneme kızmıştın ya işte o zaman anlamıştım “Bu adam beni gerçekten seviyor diye”.Tabi bu ne ilk oldu ne son, her sakatlık her hastalıkta bizden daha çok acı çekmeyi başarırdın da beni şaşırtırdın, pamuk anneciğim hem bizimle hem de senle uğraşmak zorunda kalırdı. Hani senin deyiminle biz dört “Çada” bir kere hasta olurduk ama sen her çocuğunla yeniden yeniden hasta. “Evlatlık” “Anne-Babalık” karşısında hep mahcup hep mağlup öyle değil mi zaten?

Hayatın sürüklediği tüm insanlar gibi doğduğun yer değil doyduğun yer diyerek dünya güzeli bir kadınla evlenip Ankara'ya gelmiştin de adı gibi kara olan bu şehir, elvermekte zorlanmıştı bu yeni misafirlerine. Ama hayat yolunu buluyor, elbet karın doyuyor. Bazen hayat herkese bahşetmediği güzelliklerinden önce siyah ve beyazını gösteriyor, işte siyah beyazı renklendirmek lazım dedin de renklendirdin ya ilk çocukla hayatı sonra renkleri çoğalttın da dörde vurdu ya renklerin sarhoşluğu. Kıtla-kanaat hep yanındaydı o zamanlar, ama yinede renkleri parlatmak gerek diye düşündüğünden onları yamacına alıp gençlik parkına götürürdün gezmeye de ben sadece o tren yolculuğu için bile uçardım sevinçten.O gün bu gündür tren yolculuğuna hastayım zaten.Şimdi tren sesi duyduğumda içimde bir şeylerde vagonların peşine eklenip gidiyor,nereye gider tren bilmesem de beni götürdüğü yer hiç şaşmıyor ve ben o an parka götürdüğün o küçük kıza dönüşüyorum, mahcup gözlerle etrafta tutacak bir el arıyorum.

Zor insandın velhasıl, titizdin, tez canlı, mükemmeliyetçi bir o kadar merhametli, vefakar, şefkatli. Çocuklarının sayısından fazla misafirin olurdu hep evinin; okumaya gelenler, çalışmaya gelenler kimler kimler. Gönülden paylaştığın için her şeyini hiçbir şey eksilmezdi ne cebinden ne gönlünden daha da artardı.Ağabeyinin hırçın tek oğlunu adam etmek için yaptığın tüm girişimler "Oğlum sen kendine bak dört çocukla ne halt edeceksin" ile bitse de üç kardeşin en küçüğü ama gönlü en büyüğü olan sen, dört çocuğa dört dörtlük baktığın gibi, kardeşlerinin çocuklarına da yettin.Bunca telaşe arasında çocuklar okutulmalı dedin.Hani ya “Okumak” söz konusu olunca akan sular dururdu senin için.Gönlün güzel ve zengindi bu nedenle paran bereketli ve elbet sabrın sonu selametti.

Dağ olmak kolay değil, senin gibi yokluktan dört tane varlık çıkarmak da öyle. Üstelik tek bir dayanağın olmadan ve ah o sürekli birilerine dayanak olmaya çalışman…İşte böyle! Her şeyi yoluna koydun, hayatı usul usul işledin, dalgaları dindirdin ve dinginlik yıllarında başka bir dinginlik çöktü üzerine, sen dinginleştikçe biz dalgalandık. Sonra uçtun gittin dalgalarımızı coşturarak.Neye üzülüyorum biliyor musun? Biricik torununda “Hı kızım “demeni duyamayacak. Sokakta durup dururken eline yapışan çocuklar gibi torununda ‘dede’ diyerek peşinde koşturamayacak.Böyle olmamalıydı nasıl olurdu feryatları bir işe yaramadı, herkesi sırtlayan yüreğinle kimseye yük olmadan gittin.Özlem çok büyük şimdi, acı katlanarak artmakta, hatıralar, keşkeler, nedenler, niçinler kafalarda cirit atmakta.Umarım dayanır buna yürek, katlanamazsa zaten gidip o mezarın yanına uzanmak gerek.


Huysuz ve güzel insan! Hayatımdaki en büyük ikilem! Tez konusu olabilecek kişilikteki sen, BABAM! SENİN VE TÜM BABALARIN GÜNÜ KUTLU OLSUN.

Aslında şimdi yok musun daha çok musun bilmiyorum!!! ..